21 Şubat 2009 Cumartesi

trenler, çocuklar ve diğerleri...

eylül güncesi*

Konuşurken de susuyoruz. Ağaçlar alışılmadık bir ezgiyi dillendirir gibi dökülüyor yaprak yaprak. Aslında sadece ağaçlar değil boşalan, ıssızlaşan. Karanlığa sinen sokaklarda, evlerde, bekletilmiş, unutulmuş, kırılmış, ürkütülmüş, susturulmuşuz. Yapraklarımızı döküyoruz eylüle.

Televizyon ekranına söyleniyor:
“İyi oldu iyi. Çok azıtmıştı bunlar. Susturmak lazımdı bu anarşistleri.”
“Öyle deme” diyorum. “Genç onlar. Yürekleri coşku dolu. Aslında hepsi seviyor ülkesini. Oyun bu. Kocaman ellerde küçücük yaşamlar.”

Örgümü bıraktım. Hâlâ gelmedi. Işığı da yanmıyor. Dün gördüğümde dalgalı kumral saçlarını bir bereyle örtmüş, sarı yüzünde dalgın bir kederle yürüyordu. Gece gelmiş olsaydı çiçekleri sulardı mutlaka. Balkona çıkardı.

Başka bir yolu olmalı. Sana ulaşmanın, seni bulmanın bir yolu olmalı. Bekliyorum. Yaşamımın tek özeti bu sözcük. Her sevda beklemektir belki. Katılaşmış, islenmiş, buğulu bir bekleyiş. Herkesin bir yangını var. Yanıyor.
İçim öyle susuz ki. İnanan bakışlarındaki umut beni çağırıyor. Vazgeçme, direnmelisin, diyor. Koşuyorum peşinden. Sonra yapayalnız uyanıyorum.
S. geliyor sık sık. Öğütler veriyor. Umutlu olmamı söylüyor.
Polis yüzlerinden yapışkan acı veren bir parlaklık yansıyor. Mutlular.
Mutluydular, diyorum S.’ ye. Bize yaptıklarından mutluluk duyacak kadar....
Sayıklıyorum sanıyor. Bilincim yerinde oysa ki.
Aç yaşayamayacağımı, güçlü olmam gerektiğini söylüyor. Bunları günde kaç kez duyuyorum kim bilir?
Bitirdim sizin sevda, aşk, umut, bekleyiş dediklerinizi.
Yorgunum, diyorum. Bir hırka atıyor omuzlarıma.
Anlamıyor bir türlü nedenini. İnsan neden durup dururken ateşe atar kendini? Neden böyle boyundan büyük işlere kalkar? Yanacağını bile bile...
Değer miydi bu acıları çekmeye?
Korkuyor, soramıyor bunları. Bakışlarında gidip gelen yanılgılarla acıyarak bakıyor yüzüme sık sık. Kaybedilmiş, yazık olmuş biriyim ona göre.
Uyusam. Yağmur yağsa. Açsam kapıları. Işık. Gözlerinden geliyor. Sesinin türküsü bu.

Ev gezmesine gitmiyoruz akşamları. Genelde televizyon karşısındayız. Radyonun tek eğlencemiz olduğu günler geride kaldı. Renklisini alınca televizyon izlemeye gelen giden çok oldu önceleri. Şimdi çoğaldı mahallede renkli televizyonlar. Bir ekranla ayrılmışız yaşadığımız andan. Bize sunulan kadarıyla yetinerek.

“Çok şükür rahat ettik, hanım. Dünkü .....lar adam olmuş memleket kurtaracak. Asker de olmasa kim ezecekti bu solcuların başını? Bizim gençler neyse ki sahip çıktı vatana. Sizi gidi dinsizler...”
Öyle deme. İyi çocuklardı hepsi de. Ellerinde kitaplarla dolaşır, saz çalarlardı. Nerelerdeler şimdi? Ne oldu mahallenin gençlerine?
Soluk hüzünlü bir akşam. İçime yalnızlık yürüyor. Kavga sesleri, silah sesleri , koşuşmalar, bağırışlar yok. Huzursuzluk veren başka bir bekleyişte gibiyiz. Suskunluk zamanın kıvamını yoğunlaştırıp, başımızı kaldırmamızı, ötelere bakmamızı engelliyor. Fısıldaşarak yorumlar yapılıyor. Kapı önlerinde kadınlar. Sokağa çıkma yasağı bitti. Yine de kimse adımını atmıyor güne.

Kapı sesi. S. Geldi. Zamanı algılayamaz oldum. Perdeleri kapatıp, loş odada aç, susuz saatlerce uyumuş olmalıyım. Midemdeki sancı burkularak içime doğru akıyor.
Birini buldum, diyor. Sana haber ulaştıracak. Umutsuzum. Oysa sevinmem gerek. Belki izini buluruz.
Kim? diye soruyorum. Yanıtlamıyor.
Bir hafta kadar zaman tanıdı, diyor.
Kalktım. Çiçekleri suladım. Hafif hafif çiseleyen yağmuru seyrettim. Günlerdir duymadığım bir huzur ve dinlenmişlikle esintiye daldım.
Yokluğun birlikte yaşadığım başka biri oldu bu evde. Canlı, soluk alıp verişini duyduğum. Acıkan susayan ve benimle beslenen.

Günlerdir ilk kez çiçekleri suladı. Siyah bir hırka giymiş yine. Saçları toplu. Dalgınlık yüzünde esmerleşmiş. O beni görmüyor, duymuyor, tanımıyor, bilmiyor. Yaşamımda nasıl yer etmiş olduğundan habersiz.

Geceleri A. uyuyamaz oldu. Nefesi hırıltılı, göğsü sancılı. Gittikçe huysuzlaşıyor. Gün boyu evin içinde, acı çekerek, sinirli, huzursuz dolaşıp duruyor. Ona bakarken zamanı görüyorum. Geçip gitmiş, içimizden akmış, kayaları oyan sular gibi dalgalı, hırçın, avunmak bilmeyen. Birlikte geçirdiğimiz yılar koca bir ömrün uğuldayan yankısı. Umut, büyüttüğümüz çocuklar, emekle, inatla tutunduğumuz.

Ya onsuzluk? Sarmaşıklar gibi sarmış içimi. Devamlı buyuran, isteyen, hor gören sesi.
Birbirimizin ne kadarını gördük A. ? desem. Ne kadarını söyledik sözcüklerimizin? Peki neden susturdular sokakları? Susturdular neşemizi.
Yastığa başını koyduğunda bir ömrü kesip kesip içine atıyorum ilaçlarının.

Biraz yürüdüm bugün. Havalar serinledi. Aslında her yer bomboş. İnsanları da silkeleyip boşaltmışlar. Dalgalar çekilmiş. Kumlarda izini arıyorum.
S.’ nin söylediği kişiyle görüştüm. Anlamsız bir yüz, dönüp duran gözbebekleri renksiz. İri yarı gövdesine kaba saba davranışlar oturtmuş. Önemli sanıyor kendini karşımda. Yalvarmamı falan bekliyor belki. Bacım, deyip inceliyor kaşının altından fırlattığı bakışlarla. Buluruz, istersek, merak etme sen. Ölmediyse eğer, diyecekken sustu.
Kalkıp sokağa attım kendimi.

Sobaları kurmak gerek. Akşamları soğuk bastırmaya başladı iyice. A. biraz gülümseyerek konuştuğunda daha kolay oluyor işim. Haberleri seyrederken meyve yiyoruz. Eskisi gibi söylenip durmuyor. Geçmiş olsuna gelenler atlatacaksın, diyorlar. İyi gördüm seni, diyorlar. Yüzünde çocuksu bir saflık , seviniyor. İyi dostlar edindik yaşamımız boyunca,eskimeyen. Şimdi sevmediğimi sandığım insanları bile sevmiş olduğumu anlıyorum.

“Hanım”, diyor “kurtulurum, diye boşuna heveslenme, yırttım kefeni yine...”
Gülerken tıkanıyor sonra uzun bir öksürükle. Yüzü sararıyor.
“İçmeseydin şu mereti yıllarca olmaz mıydı ?” diyorum.
“Hadi hadi su getir. Dır dır etme”, diyor.

Konuklar gidince daha da uzuyor gece.
Duyduğumuz bağırışlardan sonra kapının gümbürdeyişini anımsıyorum. Peşimdeler, açın kapıyı diyen sese koşuyorum. Açtırmıyor kapıyı A. Anarşistleri mi koruyacaksın kadın, diyerek üstüme yürüyor. Silah sesleri. Ortalık durulup, polisler gelince kaldırımda ölüsüne bakarken tanıyoruz. Liseyi beraber okudular bizim çocuklarla. Şimdi birbirlerinin ölümüne bile üzülmüyorlar. Ağlayamadan bakakalıyorum alnından süzülen kana.

Pencereden bakınıp unutmak istiyorum o geceyi. Kendimi unutmamın bir yolu onu izlemek. Işığı yanmıyor. Oysa evde olmalı. Uyumuş mudur? Eriyip su olacak diye korkuyorum. Damlayıp düşecek kendinden. Geleni gideni iyice azaldı. Bir delikanlı var yalnız devamlı uğrayan.
Çalsam kapısını. Kızım, desem. Sana yiyecek bir şeyler getirdim. Haline dayanamıyorum. Benim de senin yaşlarında çocuklarım var. Uzaktalar. Beklemek güçlü olmak demektir. Her kadın beklemeyi bilir. Acıyı bilir.

Seni tutuklayıp götürdükleri gün öfkeliydin. Kalabalıkta kaybettim sesini. Kaçtığımızı hatırlıyorum bir grup arkadaşla. Sıcak bir su dolaşıyor bacaklarımda. Elimi sürüyorum. Kanmış.
Kaçmasaydım. Aynı sorgu için aynı arabalara atılsaydık. Aynı yanıtsızlığa bakarak .
Zamanın ellerini bıraktım. Aklım ve yüreğim birbirinden koptu.
Neden dışarıdayım? Beni neden bıraktınız? diye sokakta bağırdım bir polise. Kafasını salladı, deli mi ne diyerek.
Havalar soğudukça korkum artıyor. S. gelirse sobayı yakıyoruz. Onun bu iyi yürekli bağlılığını anlayamıyorum. Yıllarca azımsadığım bir basitliği vardı. Mutlu bir gülümseyişi. Şimdi gülmüyor. Katlanamadığımı anlayınca susuyor. Sanki beni yaşama bağlamak işini edinmiş kendine.
Kimseyi arayıp, sormuyorum. Kimse de beni aramıyor. Hırçınlığımdan kaçıyor olmalılar. Belki de korkudur bunların nedeni. Korkmayı öğreniyoruz.
İçerdekilerin ziyaretine gitmiyorum. Acı veriyor. Sensizlik oluyor her yüz.

Öylesine bir sabahtı. Uyandık. Sobayı yaktım. Sofra kurmak için mutfaktaydım. Korku verici bir ses. Koca adam nasıl devrilip düşmüş. Yatağın kenarına yığılmış. Kucaklamaya çalıştım. Olmadı. Yere uzattım. İnleyerek soluyor. Telaşlanmadan komşuyu çağırdım. Yatağa taşıdık. Doktoru aradım. Bir de çocukları. Ne olur ne olmaz. Babanız iyi değil pek, dedim.

“Ne telaşlandırdın milleti kadın. Bir şeyim yok. İşinden gücünden ettin çocukları.” diyor.
Bir yandan da ilgiden memnun. Çocukları, torunları yanında ya yüzü gülüyor.

Kapı çalıyor. Uykudayım sanıyorum. Kokun. Işığın. Başım dönüyor. Uyanmamış olmalıyım.
Zayıflamışsın. Derin bir suskunluk aramızda. Aylar sonra. Beklemekten tükendiğim bir anda yanı başımda oturuyor oluşuna bakakalıyorum.
İçimiz dışımıza akmış. İrinli bir yara gibi kanatmışlar gençliğimizi.
Oysa gülümseyişin hâlâ çocuk. Korkutamamışlar seni. Yitirmemişsin sesini sesin.

Eylül 2006
*Ardıç Kuşu'nda yayınlandı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder